2010 yılı sonunda başlayan Arap coğrafyasındaki isyan, başkaldırı ve huzursuzluk dalgasına değindiğim bu yazı dizisinin ilk bölümünde şu soruya yanıt aramaya gayret etmiştim: “Arap Baharı” süreci kendiliğinden mi ortaya çıktı, yoksa bir büyük dış projenin yansıması mıydı?. Uluslararası konjonktürün müsaadesiyle/yönlendirmesiyle geçici bir başarı kazanmış gibi görünseler de günün sonunda, içinden çıktıkları toplumların sosyolojik gerçekleri onları da tesiri altına aldı ve “halk değişim istiyor” sloganlarının aslında kalıcı, uzun soluklu ve programlı bir bütünlükten uzak olduğu anlaşılmış oldu.
2010 yılı sonunda başlayan Arap coğrafyasındaki isyan, başkaldırı ve huzursuzluk dalgasına değindiğim bu yazı dizisinin ilk bölümünde şu soruya yanıt aramaya gayret etmiştim: “Arap Baharı” süreci kendiliğinden mi ortaya çıktı, yoksa bir büyük dış projenin yansıması mıydı?. Uluslararası konjonktürün müsaadesiyle/yönlendirmesiyle geçici bir başarı kazanmış gibi görünseler de günün sonunda, içinden çıktıkları toplumların sosyolojik gerçekleri onları da tesiri altına aldı ve “halk değişim istiyor” sloganlarının aslında kalıcı, uzun soluklu ve programlı bir bütünlükten uzak olduğu anlaşılmış oldu.